Sıradan bir sahte şafak vakti, hani şu gündoğumundan önce ortalığı kaplayan gümüşî ışığın gecenin sisi ile birleştiği vakitler... Akmakta kararsız, kendince dalgalanan bulut mavisi bir çayın kenarında, tanıdık bir antik köprünün kemerleri içinden süzülen simi izleyen iki genç: Âlâ ve Âli... Âlâ yüzünü dalgalı saçlarının arasına gizlemiş, sanki Âli'nin sessizliğinden saklanır gibi; Âli'nin ise Âlâ'ya seslenmek şöyle dursun gözlerini ona çevirmeye dahi cesareti yok...
Saniyeler asırlar hızında koşarken Âli fısıldamaya başlar istemsiz, giderek yükselir sesi anlamsız da olsa söyledikleri, gündoğumunu yakalamış gibi coşar yüreği ve sürdürür anlamsız seslenişini:
Âlâ duymuyorsa Âli'nin sesini
İstemediğinden değil
Âli'den daha âlâsını duyduğu içindir
Âli susturuyorsa haykıran kâlbini
İstemediğinden değil
Âlâ'nın daha âlâsını duyduğunu bildiği içindir
Ve Âli'nin başı sola düşer Âlâ'yı görmek için.. ama vakit tamamdır; sahte şafak bitmiştir, alacakaranlıkla buluşur gözleri...
Sinan Özgün
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder